Lavinya Dergisi
KELEBEĞİN RÜYASI
Yine öğle sonrası uyuklamak için kendime ortam yaratmak ve zihnimi temizlemeyi amaçlamıştım. Gorki’nin bitirmek istemediğim “Ana” kitabını almıştım elime ve geçmiştim şömineye en yakın koltuğuma. Aylardan sonbahar, günlerden eylüldü diye geçirmiştim içimden. Şair atmosferine bürünen zihnim hep bu saatleri seçiyordu nedensiz. Hoş, ben de itiraz etmemek için devam ediyordum bu oyunlara. Ben küçükken annemin babam için ördüğü yıpranmaya yüz tutmuş kalın bordo hırkamı giymiştim bile. Babamın şair kimliği adeta üstüne sinmiş bu hırkanın bir gün belki beni de şair kılabilme sihrine kaptırıyordum kendimi. Belki de babamın sıcaklığını hissettiriyordu, bilmiyorum. Zaten her nesne sadece bizim onu anlamlandırma derecemize göre canlanmaz mıydı? Bir de şu gözlük olayı vardı tabi, uyumama ramak kala çıkartmalıydım gözümden, aynı zamanda da uykumun o tatlı anını bozmayan saniyelerini doğru seçmem gerekiyordu. Aksi takdirde tüm bu planlar ve okuduğum dizeler sonrası hayal dünyamdan rüyalarıma geçme evremin büyüsü bozulabilirdi. Her şey bu kadar planlıydı ve muazzam işlemeliydi işte. Hayat gibi, içine nüfus etmiş ilahlaşmış doğa gibi, ona boyun eğemediğimiz dünya gibi. Kelebek etkisini duydunuz mu peki. Her olayın birbiriyle bağlantılı olduğunu zırvalayan kuram vardı ya ondan bahsediyorum. Neymiş efendim bir günlük ömrü olan bir kelebek benim tüm ömrümün değişmesinde rol oynayabilirmiş. Kim uyduruyor ki tüm bunları. Ömrünün yarısına kadar aynı koltukta oturduysam, her öğlen aynı hırkayı giydiysem, akşam 7’den sonra hiç kahve içmezsem hiçbir kelebek değiştiremez ki benim hayatımı. Zırvalıklar toplamı işte. Dedikten sekiz dakika sonra uyuyakalmıştı, hayatının her anının planlı olduğuna inanan katı kurallara sığınmanın kolaylığına sığınan bu adam. Bu kadar mıydı peki, hayır birazdan kelebek olarak bu adamın rüyasına girmek üzereydim. Gözlerimi açtığımda ince ve sonu görünmeyen bir köprüdeydim. Bu köprü sanki bilerek benim ayağımın ölçülerine göre yapılmıştı. Tek parmağım bile dışarda kalmıyordu çünkü ama yine de dikkatli olmaya çalışıyordum. Çünkü ne yukarda gökyüzü vardı, ne de aşağıda yeryüzü. Etrafım beyazdı, önümde ise sonsuz ve dar bir köprü. Benim ne işim vardı bu köprünün üstünde diyerek yerimden kımıldamadan kafamı sağa ve sola çevirip zihnimde bunu anlamlandırma yolculuğuna çıkmıştım. Hiçliğe bakmaya devam ettikçe hafızamın silindiğini hissetmeye başlıyordum.