Lavinya Dergisi
… BAKMAK, SON
Son kez baktıktan sonra bu yaşlı adama, halamla geldiğimiz bu benim için devasa duygular barındıran ağaç gölgesini terk etmek üzereydik. Son kez bakmıştım bu hüzünlü surata, dolmak üzere olan gözlere, titreyişini azaltmak için kendini zorlayan bileklere ve o narin parmaklarıyla kahve fincanını tutuşuna. Son kez bakmıştım karşımda duran bu zarif ruha. Uzaktan. Sanki duygularını görecekmişim de ne hissettiklerini etrafıma haykıracakmışım gibi yardım çağrısına son anda yetişen gözlerle. Kalkmıştık bu bizi ağırlayan yuvarlak masadan, onun seyrinde bu aileden. Vedalaşırken, kendimi istemsiz sıktığımı hissetmiştim. Tutmalıydım kendimi. Hoşça kalın efendim, sizinle tanıştığım için çok memnum oldum. Kahve çok güzeldi diye eklemişti halam. Daha fazla dayanamayıp atmıştım kendimi evin dışına, anında sırtımı dönmüştüm bu tanımadığım ilk ve son defa geleceğim eve. Akmıştı sol gözümden ayakucuma büyük bir damla. İliklerime kadar hissettiğim bu adamın hüzünlü gözleri, canımı yakıyordu. Konuşamıyordu, içindeki haykırışı kulaklarım sağır olurcasına duyuyordum. Hatırlayamıyordu, çocukluk fotoğraflarına kadar tanırcasına bakıyordum ona. Bakamıyordu bana, içi gülen gözlerini görebiliyordum. Arkamda beliren halamla el sallamıştım uzakta duran yalnız adama. Kalabalığı yoktu fakat eşi vardı. Adımlarımı her attığımda, beni neden sarstığını anlamak için düşünüyordum. Hatırlayamadığı dünü, hatırlamaya çalışmak istemiştim belki de. Bunu başaramamak mı bu kadar üzmüştü beni, yoksa adamın bakışlarından ruhunu hissetmem mi? Karanlık çökmeye başlamıştı. Adımlarımız hızlanıyordu akabinde düşüncelerim de. Beni bu kadar yoran, bu kadar üzen hüzünlü bakışları mıydı gerçekten. Yoksa hastalığına yenik düşen koskoca dev ağaç mıydı? Bu adamı tanımıyordum bile. Neden bu kadar üzmüştü ona bakmak. Bakmak. Baktığımız şeyler bizi bu kadar üzüyorsa, o adamın kendisi ne düşünüyordu peki. Yazmaya ve daha çok bakmaya karar vermiştim eve vardığım dakikalarda.