Lavinya Dergisi
TERK ETTİM ODAMI
Güneş batmak üzereydi ve ben güneşle beraber yok olacaktım saatler sonra. Gökyüzünün maviliği azaldıkça, ağaçların parlak renkleri soldukça, diplerine düşen gölgeler yok oldukça, minik hilalin sadeliği yerini kocaman yalnızlığa bürüdüğü zaman, tek olmasına dayanamayan milyonlarca yıldızlar evlerinden gökyüzüne döküldükleri zaman gitmeye hazır olacaktım. Gitmeden odamın tozlu pencerelerini gizleyen koyu kahverengi perdelerimi çıkarmaya yeltendim. Penceremi gri tozlardan kurtarmaktı niyetim. Tek ellimle kavrayamayacağım kadar ağır perdelerim yeterince toz ve kirimi saklamıştı zaten. Artık annem daha fazla kızmadan yıkamalıydım ve ütülemeden temiz pencereme asmalıydım. Öyle de yapıyorum. Küçük olmasına rağmen dünyalara dokunmamı sağlayan taburemi ayaklarımın altına sabitledim ve uzandım gökyüzüne. Boyumun bazı yetişmeyen noktalarında parmak uçlarımla tekrar denedim yukarıya bakmaya. Bu sefer zor olmadı. Kabullendim. Ve bitti. Perdemi eskimiş kornişinden özgürlüğüne uçurdum. Bundan sonrası daha kolaydı mesela. O yıkanırken, manzarama gölge düşüren cam olduğuna kendimi inandırmaya çalıştığım, görkemli nakışlarla süslenmiş çerçevesiyle bile hala güzelliğinden ödün vermeyen penceremi kirinden arındırmaya. Bak bu kir ve tozları temizlemek o kadar da kolay olmadı ama. Çok uğraştırdı. Ve bitti. Uzun zaman geçmedi en azından kelimler arasında. Parlak cama sahip şatafatlı pencerem ve ona eşlik eden artık tek elimle kavrayabildiğim hafiflemiş perdem. Bu ikisi hazırdı sonsuz manzaraya. Son görevimi de tamamladıktan sonra ve güneşe el salladıktan da sonra akşam gelmişti. Güneş gitti, topladım zihnimi. Akşam gitti topladım bavulumu. Gece geldi terk ettim odamı.