Lavinya Dergisi

KİRALIK BİSİKLET
Emine ÇALIŞKAN

Yaşamın kaosundan kaçıp ancak içe dönüşle huzur bulduğumuz bir dünyadan yazıyorum.

Adanın en güzel yanı bisiklet kiralayıp sahil yolunda sürmekti. Yaşamdan kaçmak ve kendi içimize dönmek için en güzel yoldu benim için. Şehirde boğan ne varsa hepsinden kaçmak için yeterdi. Yine kaçmak istediğim bir gündü. Sorunlarımı çözemediğim ve hepsinden bir an olsun sıyrılmak istediğim bir gündü. Ve ben de en iyi bildiğim şeyi yaptım. Sorunlarımdan kaçtım. Bir günlük de olsa dertsiz, düşüncesiz, gelişigüzel yaşamak istemiştim. Ve adaya gittim. Yerlilerinin yaşamını izledim. Sessiz sokakların sesini dinledim. Milyonlarca insanın ayak bastığı sokaklar… Her adımımda hayat hikayelerini canlandırdım gözümde. Böylelikle kendi yaşamımı unutup başkası olabiliyordum. Huzur bulabildim. Adayı turlamanın en güzel yanı ise bisiklet sürmekti. Kiralık bisiklet aradım. Bir tanesi dikkatimi çekmişti. Sarıydı. Tıpkı güneş gibi. İyi hissettirdi. Çarşıdan çıkıp sahil yoluna kadar sürdüm. İnsanlardan biraz daha uzaklaştıktan sonra manzaraya karşı bir bankta durdum. Manzarayı deliksiz seyrederken burada oturmuş bir aşık hayal ettim. Aşk acısını mı yoksa aşkını mı anlatmıştı, diye düşündüm. Sonrasında burada bir yabancı hayal ettim. Manzarayı seyrederken geldiği yeri mi düşünmüştü yoksa buraya ait olup olmadığını mı? Belki de bir çocuk. Manzaraya bakarak ölmüş annesini anıyordu. Ve çocukluğunu yaşamasına bir daha imkan vermeyecek olan bu gerçeğin farkına varıyordu. Kısa ya da uzun olması fark etmeksizin herkesin bir hayat hikayesi vardı. Hepsini bilmek, hepsini hissetmek istedim. Böylelikle ait hissetmediğim yaşamımdan sıyrılarak bir gün de olsa başka bir hayata sahip olabiliyordum. Manzaranın tadını çıkardıktan sonra başka bir manzarada durmak için tekrar yola çıktım. Rüzgar öylesine saçlarımı savuruyordu ki sepetimden uçup savrulan kağıdı sonradan fark ettim. Kiralık bir bisikletten uçan kağıt ne olabilirdi ki? Başka yaşamlara olan merakımdan ötürü durup uçan kağıdı yakaladım. Meğer düşündüğümden çok daha fazlasıymış. Okumaya başladım: “Acıyı kaç tavsiye dindirir? Açlığı kaç ekmek geçirir? Bilmem kaçıncı cümle yaralarımızı sarmaya yeter? Kaçıncı sevgili anılarımızın yerine geçebilir? Hangi kiralık bisiklet son mutluluğumuzu görebilmek için zamanın ötesine gitme azmini verebilir? Gölgelerimizle yarışırcasına pedallarken aklımızdan geçenler neydi? Sahi geçmişte yaşamadıklarımız mı yoksa gelecekte yaşayacağımız güzel günlere yetişme arzusu muydu? Bir umut, iki gölge. Binlerce kez el değiştirmiş sarı sepetli bir bisiklet. Kim bilebilirdi ki bize sonsuz mutluluğu vereceğini! Buna kader mi demeliydik? Nefes nefese kalmış iki acemi aşık. Tepede bizi bekleyen ne? Neydi bu acelemiz? Mutluluğun fragmanı mıydı yoksa? Gözlerimize inen beyaz perde kararmaya başlayınca anladım ki hepsi rüyaymış. Kader dediğimiz şey şakaklarımızdan süzülen bir damla gözyaşıymış. Kiralık olan bisiklet değil hayallerimizmiş. Zamana yenik düşmeyen sevgiliye…”