Lavinya Dergisi
STEFAN ZWEIG'DEN AMOK KOŞUCUSU ÜZERİNE
Napoli Limanı’ndan Oceaniya’ya giden bir gemide gerçekleşen olaylar gündemde oldukça ses getirmiştir. Kitap bu olaylardan önce gemide yolculuk eden birinin yaşadıklarını anlatması ile başlıyor. Yolcu kabininde durmaktan sıkılan bir yolcu, geminin kimsenin bilmediği, gözlerden uzak bir yerini keşfetmiştir yıldızları izlemeye başlayacakken orada yalnız olmadığını fark etmiş. Ondan başka bir adam daha vardır ve o gece edecekleri sohbet onların arkadaşlıklarına vesile olacaktır. Güvertedeki adam korkulu bir yüzle ve kekeleyerek, yaşadıklarını ve sırlarını bu tanımadığı adama anlatmak istemiştir. Bu korkulu yüzlü adam doktordur. Küçük bir kasabada doktorluk yaparken bir kadın onunla konuşmaya gelir. Varlıklı, asil bir kadındır ve oldukça tanınan bir yüzdür. Kadın, doktordan kocasından olmayan bir bebeği taşıdığını ve bu bebeği kimse duymadan almasını ister. Doktor bu durumun yasal olmadığını ifade eder. Direten kadının isteği olmaz ve kapıdan çıkarken doktora sert bir şekilde bağırır ve kendinden emin bir şekilde ona ihtiyacı olmadığını söyler. Doktor kadının bu davranışına çok kızsa da kadının kendinden emin tavırları ve boyun eğmeyişi doktorda tarifsiz duygular uyandırmıştır. Kadın kapıyı çarpıp çıktıktan sonra onu yakalamaya çalışır ama yetişemez. Kendini kadına yardım edemediği için suçlu hisseden doktor bunun üzerine her yerde kadını aramaya başlar. Aynı zamanda bu asil kadına karşı sevgi duyan doktor, kadının şehrin dışında olduğu öğrenir ve yanına gider. Bir doktor olarak yardım etmek istediğini ve bebeği alacağını söylese de kadın ona güvenmez ve sırrını açığa çıkaracağından korkar. Ama doktor kadına yardım etme isteğinden hiç vazgeçmez. Tayinini kadının bulunduğu şehre çıkartacak ve hep onun yanında kalarak onu koruyacaktır. Kadın doktora inanmadığı için, güvenmediği ve şartları oldukça kötü olan bir yere bebeğini aldırmaya gider. Burada enfeksiyon kapar ve çok fazla kan kaybeder. Durumu öğrenen doktor kadının yanına gidince, kadın bu sırrı korumasını söyleyerek hayata veda eder. Amok Koşucusu’nun anlamı ise; adının kocası bu durumdan oldukça şüphelenir ve durumun araştırılması için cesedi gemiyle Avrupa’ya göndermek ister. Sırrı korumak için elinden geleni yapan doktor, mesleğini, parasını her şeyini geride bırakır. O gemiye binip, gemi Avrupa’ya otopsi için gitmeden önce tabuttaki cesedi kaçırmayı amaçlar. Kendini bu yaptıklarından dolayı Amok Koşucusu’na benzetir, doktor da çılgınca kadının peşinden koşar. Ertesi gün gemide bir olay duyulur. Bir tabutun kaçırılmaya çalışılırken, denizin altına çakıldığı ve çalan kişinin de tabutla birlikte yok olduğu söylenir.
İşte bundan sonra yavaş yavaş Amok Koşucusu kimdir, nasıl bir tanımlama ile karşı karşıyayız anlamaya başlıyoruz. “Amok Koşucusu” dilimizdeki “cinnet getirmek” deyimi ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Bu deyim Türk Dil Kurumuna göre; bir an için delilik belirtisi göstermek şeklinde açıklanıyor. Çoğunlukla Hindistan, Afrika’nın bazı bölgelerinde ve Malezya’da karşılaşılan bir durum olarak karşımıza çıkıyor- bir çeşit ruhsal çöküntü-. Umutsuz ve depresif bir durumdan sonra bir nedeni olmadan ve en önemlisi işin varacağı sonuçları düşünmeden kim veya ne varsa zarar verme hali olarak karşımıza çıkıyor. Kişi, elinde zarar verecek bıçak, silah vb. nesneler ile zarar vermeye başlıyor ve çevresinde bir insan ya da bir nesne kalmayana kadar koşuyor. Yorgunluktan yorulana kadar, kendisini yok edene kadar ya da bir başkasının kendisini yok edene kadar devam eder. Bu bir ölüme koşuş şekli, Amok Koşucusu. Doktorun da hastasına ulaşmak için neredeyse bir Amok Koşucusuna dönmesinin hikayesidir bu.