Lavinya Dergisi

BENİ GÜZEL HATIRLA
Aleyna AKYÜREK

Sen ! Benim bilinmezliğimi merak eden okur, sevgiyle ve sevdiklerinle kal hep.

Eylül! Hoyrat ve bir o kadar da uçarı çocuksun sen. Paletinde hep grileri sunarsın akşamüstlerine. Bu gece de griye boyadın gökyüzünü, bu gece de oluk oluk hüzün akıttın bulutlardan. Büyükannemden yadigâr çiçekli perdemi ellerimle aralarken düşünüyorum tüm bunları. İçimdeki şairane tutku yuvarlanmaya başlayan bir kar topu şimdilerde. Kolları parmaklarımı okşayan yıllar yorgunu hırkama kupamdan damlayan sıcak çikolatayla irkiliyorum. Nihayetinde bu kahverengi leke de diğerleri yanında buluyor kendini. Güneşin gökyüzünü selamlamasına ne kaldı şunun şurasında lâkin ben halâ perdem kadar çiçekli berjerimdeyim. Bana tanınan mühlet doluyor ve ben ilham perimi henüz bulamamış olmanın verdiği endişeyi tüm hücrelerime pay ediyorum. Saatin alarmıyla sıyrılıyorum kafamdakilerden ve gökyüzü kadar gri paltomu, ısıttığı pek söylenemez, alıp hayatın karmaşasına bırakıyorum benliğimi. Metroda oturabilmenin verdiği sevinci paylaştığımızı yüz hatlarından anladığım teyzenin arkasında tanıdık bir çehre çekiyor nazarımı. Michael’ı kafamla selamladığım sırada aramızdaki engelin bu durakta inmesini fırsat bilip onunla konuşmak istediğimi mesai başlayana kadar bir kahve molası verebileceğimizi söylüyorum. O da düşündüğüm gibi itiraz etmiyor çünkü üniversiteyi paylaştığımız yıllardan halâ hatırı sayılır bir dostluğumuz sürüyor. Düzenleyeceğim sergiye yardım fonu olup kimsesiz çocuklara yatırım yapacak olan Prof. Dr. Orhan Veli ŞENSOY ile Micheal meslektaşlar. Bu naçizane dostum İngiltere’de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmekle yetinmediğini, Türkçeyi en ücra noktalarına kadar öğrendiğini şimdi de kariyerinde yükselmeyi hedeflediğini söylüyor bana. İşte tüm bunlar ona ilham perim olması için kaftanlar biçiyor. Orhan Bey’in benden ele almamı istediği temanın değişim olduğunu fakat bunu daha önce hiç kimsenin işlemediği bir çerçevede işlememi istediğini söylüyorum ki tabiri caizse kafasında yanan ampulü fark ediyorum. “İş çıkışı beni burada bekle seni kafandakilerin cevabına götüreceğim.” der demez beni merakta bırakarak uzaklaşıyor yanımdan. Öğrencilere perspektif ve derinliği tuvale nasıl işleyeceğimizi sabırsızlıkla anlatıyor bir an önce vaktin su misali akmasını arzuluyorum. “Vakit nakittir.” diyen atalarımı çok iyi anlıyorum ne var ki 21.yüzyılda vakit şarj doluyor. Beyin ve kalp dokularımıza ne kadar zarar veren elektronik alet varsa vakit geçirmek dediğimiz aktivitelerimizin aralıksız hepsini işgal ediyorlar. Şarjımız yoksa eksiğiz biz bu devirde! Ne de çok dalıyorum düşüncelere öğrencimin sorusuyla irkiliyorum. Verdiğim cevap ikimizi de tatmin ettiğinde saatin dolduğunu görüyor ve heyecanım artık duble artıyor. Gri paltoma, en azından bu yağmurda ısıtsa, sarılıyor şalımı göğsüme doladığım gibi planladığımız mekânı arşınlıyorum. Varmamı müteakiben Michael’ın kafamın üstünde beliren şemsiyesiyle mutlu oluyorum. Kafasıyla yaptığı hadi gel işaretinin ardından adımlıyorum. Nereye gittiğimi hem öğrenmek istiyor hem de sormaktan kaçınıyorum. Onunla beraberken bir hoş hissediyorum her daim kendimi. Micheal yaşamın akışına boyun eğmiyor ona kafa tutuyor yaşamdan kendini soyutluyor adeta. Her zaman dediği gibi ne içinde o yaşamın ne de büsbütün dışında. Şiirlerinde kullandığı mahlas gibi bir ömür sürüyor boşlukta: Lamekân…Yaklaşık 8 dakikalık yağmurun getirdiği huzur eşliğinde yürüyor ve hardalla koyu kahvenin ahengini paylaştığı büyük binanın önünde duruyoruz. Başımı kaldırıyor ve Bursa İnci Huzurevi yazan tabelaya göz gezdiriyorum. Cevapları bulacağım mekânın burası olmasına şaşırsam da yürümeye devam ediyorum. Micheal sanki ezberinde olan bir odanın kapısına varınca adımlarını ağırlaştırıyor, usulca kapıyı tıklarken gözlerimin içine hüzün dolu bakıyor. Kapı aralandığında hayretimi gizleyemiyorum. Lilea teyze gözleri gibi zeytin yeşili koltukta oturmuş, Uğultulu Tepeler’i okuyordu. Onu bu kadar güç tanımama şaşıyorum yarım yıl geçmemişti son görüşmemiz üzerinden fakat o çok değişmişti. Dudaklarımdan dökülen son kelimeyi zihnim yineleyip duruyordu. Değişim… Michael’a yıllar ona adil davranmamış diyorum. Ardından Lilea teyzeye dokuz ay önce erken demans teşhisi konduğunu öğreniyorum. Yuvarlanmış yüz hatlarından, çökmüş göz çukurlarından ve parlaklığını kaybetmiş saman sarısı saçlardan duyduklarımın doğruluğunu teyit ediyorum. Masanın üstünde duran fotoğraflara ve kenarlarına sıkıştırılan o özel günlere ait takvim yapraklarına çeviriyorum bakışlarımı. Anne oğul özlem gideriyor ben de her bir tarihin getirdiği değişimin siyah beyaz camekanlardan taşıp zamanın akışında renk buluşunu izliyorum. Birden bana bakıp “Niye bu kadar geç geldin gece gözlü kızım?” dedi. Beni Micheal’ in rahmetli ablası sanıyor, sık gelmememden yakınıyordu. Gözlerim doluyor ne demem gerektiğini kestiremeyip, susuyordum. Micheal hemşirelere gerekli talimatları verirken annesine artık gitmemiz gerektiğini anlatıyordu. Beni Clara’ya benzetip üzülmesindense bir yabancıymışım gibi boş bakmasını yeğleyeceğimi fark ediyorum. Evlerimize yaklaşıp ayrılık vakti geldiği sırada yüzünü bana dönüp “Kadınlar değiştirir Aleyna. Değişimi değişerek yenerler bu gece bunu gördün, al işte sana cevap. İyi geceler.” diyor ve beni bırakıp perçem perçem alnına düşen saçlar kadar siyah geceye ilerliyor usulca. Kahvemi hazırlayıp perdelerimle uyumlu berjerime yerleşiyorum yine. Tüm bu olanları düşünüyor ve o harika fikri buluyorum en nihayetinde. Hem Orhan Bey’in alanına hitap ediyor hem de benim fırçamın gücüne gerek duyuyordu. Divan edebiyatında yer alan kadının yüzyıllar içerisinde dize dize geçirdiği değişimi resmedecektim. Güneşin odama süzülmesini bekleyemezdim. Büyükannemden yadigâr uğurum gaz lambası eşliğinde paletimi alıp ilk eserime başlıyorum hemen. Servi boylu bir taslak üzerine badem gözler, ok kirpikler, keman bir kaş, güllerden birer yanak ve gonca dudaklar oturtuyorum. Tuvaller çoğaldıkça divan mazmunlarından çıkardığım kadın, eserlerde Nedîm tablolarda boyanın etkisiyle sarıya bürünüyor, adeta değişiyordu. Yaklaşık iki ay oluyor Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan tutun Çalıkuşu Feride’ye kadar değişmeye devam ediyordu eserlerimde kadın. Büyük gün gelmiş bu sefer uykusuzluğum nedenini endişe yerine heyecana teslim etmişti. İstanbul’dan yola çıkan Orhan Bey ile salonda karşılaşıyor uzun uzun hasbihal ediyorduk. Eserlerimden duyduğu memnuniyetle göğsümü kabarıyor, şükranlarımı sunuyorum. Ahmet Haşim’in kaleminden sıçramışçasına güzel gecede aya karşı zaferimi bir daha kutluyor. Lilea teyzenin beni tanımadığı sırada bile hayatıma dokunuşunu düşünüyorum. Micheal haklı, kadın var edildiği andan itibaren değişiyor ve değiştiriyordu. Evren bir divansa kadın içinde yer alan gazelleridir o kitabın. Sergi sonlanıyor ve kimsesiz çocukların yardım fonu hesaba yatıyor güneş bugünü beni mutlulukla ısıtarak kapıyor. Aylar sonra bir geceyi derin ve huzurlu bir uyku çekerek sonlandırıyorum… Güneş benzimle kavgalıymış gibi tüm ışınlarını yolluyordu. Zaten gökyüzündeki uyandırmasa yan odamdaki Güneş uyandırmaya alışıktı sabahın köründe. Serginin üstünden bir buçuk yıl geçmiş mutlu bir yuvaya ve bir de hayatın bana sunduğu ödül olan annelik duygusuna erişmiştim. Hayatımı değiştiren gece erik ağacının titrek gölgesi altında Micheal ile yürüyorduk. Birden bana dönüp cebinden bir kâğıt çıkardı. Orhan Veli’nin en sevdiğim şiiriydi bu beni güzel hatırla diyordu, yalnız şiirin sonuna not iliştirmişti: Annem bugün beni hatırlamadı. Sen beni bir ömür hatırlamaya evet der misin? Bana bakan gözlerdeki gecede yağmur başlamış ve biz o yağmurda dansa tutuşmuştuk. Dudaklarımdan evet henüz çıkmadan gözlerimle kabul etmiştim teklifini. Ardından sade bir nikahla evlenmiştik. Düğün için olan birikimimizi fona ekleyip Fatma Aliye Topuz Yaşlı Bakım Merkezi’ni kurmuştuk. Bir kadın kalem de oynatırdı hayatta, bir kadın her şeyi yapabilirdi. Hatırımdaki tüm bunların ardından bugün Micheal ait olduğu mekânı bulmuştu. O mahlası kendi içinde yaşamayı bırakmış ailesine bir sarmaşık gibi tutunmuştu. Lilea annem saman sarısı saçlarını ve zeytin yeşili gözlerini torununa armağan edip göçmüştü bu dünyadan. O huzurevinin odasında hayranlıkla izlediğim çerçeveler üzerlerindeki takvim yapraklarıyla beraber salonumda duruyordu. Artık benim de fotoğraflarıma tarih düşecek kadar değer verdiğim anlar vardı yaşamda. Büyükannemden kalan çiçekli perdelerin yerini yenileri aldı, parmaklarımı okşayan yamalı hırkam da mazide kaldı. Su misali akan yaşamın değişmeye ihtiyacı vardı. Aynaya bakınca gördüğüm de kim şimdi! Ben: Aleyna, yaşlı bakım merkezinin müdürü, odayla salonları süsleyen tabloların sahibi, Güneş’in annesi, şoför, işçi, patron, eş, dost, öğrenci, öğretmen, evlat, bu hikâyenin sahibi ve her şeyiyle değişen değiştiren bir kadın…