Lavinya Dergisi

AHMET HAMDİ TANPINAR'IN ADEM İLE HAVVA ADLI ÖYKÜSÜ ÜZERİNE BİR BAKIŞ
Fatma Sibel ÇİMEN

Her insan; vaktinde, yaşamak umudunu paylaşır bir mavi derinliğinde..

İlk peygamber olan Hz. Âdem ve onun eşi olarak yaratılan Havvâ’ nın yaratılışı geçmişten günümüze dek birçok yazar tarafından ele alınıp işlenmiştir. Tanpınar, bu öyküsüne Âdem’in içinde bulunduğu meyve bahçelerinin, bambu ağaçlarının ve tertemiz havanın betimlemesini yaparak öyküsüne giriş yapmaktadır. Âdem, Havvâ’ nın yaratılışına dek ona yoldaş ve bir ses olan Allah’ın melekleri ile birliktedir. Âdem, uykusunda Allah’ı görmüş ve Allah onun üzerine doğru eğilmiştir. Âdem, arkasına yapışan yumuşak varlığı merak ederek kendi böğründen çıkan o sıcak ve yumuşak varlığı avcuna almıştır. Gittikçe gün yüzüne çıkan ve vücut bulan o şey hakkında düşünmüş ve onun bir melek veya yıldız olamayacağı kanaatine varmıştır.

 Gördüğü rüyayı iyice hatırlamaya çalışmış ve sonunda hatırlamıştır.

 “Rab üstüne eğilmiş ona gülüyordu. Eli böğrüne kapanmıştı. Sonra yanı başında bu küçük, kımıldanan, saçlarıyla örtünen, uzun kirpikleriyle düşünen mahlûku bulmuştu.”

 Âdem, bu mahlukun saçlarını elleriyle ayırarak önce yüzünü, vücudunu, kalçalarını ve pembe pembe görünen topuklarını incelemiştir. Âdem, onu seyrettikçe kadın sanki derin bir uykudan uyanıyor gibidir. Âdem, bu kadının kim ve ne olduğu hakkında gökyüzüne bakıp Allah’a sorular sormuş fakat cevap gelmemiştir. Cevap gelmemiş olsa bile büyük bir aydınlık tecelli etmiştir ve Âdem ile Havvâ birbirine sarılmışlardır. Havvâ, Âdem’in göğsüne yaslanmış ve Âdem’in elleri Havva’nın kalçalarında tutunmuştur.

 “O zaman ona sordu:
 -Kimsin? dedi.
 -Benim, senden bir parçayım, dedi.
 -Evet, ama nesin?
 Kadın cevap vermeden ona sokuldu, Fazla bilmek için iştihası yoktu. Ondan bir parça idi.

 Başlarının ucunda bir yığın kanat hışırtısı, aydınlığı üstlerine eleyen uçuş gördüler. Âdem onara sordu:

 -Yalnızlığının aynası, dediler.
 Âdem, içinde bir şey değişmemiş gibi onlara:
 -Ben yalnız değilim ki. Sizlerle beraberim. dedi.
 -Şimdiden sonra bizden ayrısın…
 Yalnızsın, diye cevap verdiler. Ve bu, yalnızlığının aynasıdır.” (Tanpınar, 2005: 33).

 Âdem, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissetmiş ve belki de Rabb’ in yüzünü bir daha eskisi gibi göremeyeceğini düşünmüştür. Âdem’in Havvâ’ ya olan hisleri, onun güzelliğini sonsuz ve her şeyin üstündeymiş gibi görmesi onu hem utandırmış hem de bu histen kendisini alıkoymaya engel olamamıştır. Tam bu noktada Âdem’in nefsi ile baş başa kaldığı anlaşılmaktadır. Bu raddeden sonra ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştır. Âdem, Rabb’ı bir daha göremeyeceği için mutsuzdur, Havvâ ise onun başını göğsüne yaslayıp onu telkin etmeye çalışmıştır. Melekler Rabb’ı daima görmeye devam edecektir, Adem ile Havva’yı gökten seyredeceklerdir; fakat Âdem bir daha onları göremeyecektir:

 “Ayıbı çok büyüktü, meleklerin en üstünü, şimdi onu kaybetmişti. Onlar bunu biliyor, bulundukları yükseklikten onu belki de seyrediyor, ona acıyor, yahut çamurun çocuğu diye küçümsüyorlardı. Ve Adem bunu görmemek, bunu düşünmemek için Havva’nın vücuduna doğru gittikçe daha fazla gömülüyordu. Ona: “ Sakla beni!... Sakla beni, diyordu. Ve istiyordu ki başı başı ve bütün vücudu Havva’nın gecesine her an daha fazla gömülsün. Ve Havva ona kaybettiklerinin karşılığı olarak bütün vücudunu hediye ediyor, gizlenmek için kendi vücudunda üst üste geceler buluyor, onu en kuytu gecesinde avutmaya çalışıyordu.” (s.35).

 Âdem ile Havvâ gökte kara bir çember görmüştür ve bunun ne olduğu hakkında suallere başlamışlardır. Etraflarında uçan meleklere o kara çemberin ne olduğunu sormuştur Âdem:

 “Birisi yanlarından geçerken onlara bağırarak kaderin uykusundan uyandığını söylemiştir. Bir başkası da hasetle gülerek: Toprağın çocukları mesut olun! Artık sizin devriniz başlıyor” demiştir. Rabb, onları kendi sûreti üzere yaratmış olduğunu söyleyerek selâmet ile onları dünyaya uğurlamıştır ve peşi sıra melekler de bu toprağın çocuklarına secde ederek onları yolcu etmişlerdir. İkisi de dünyanın farklı yerlerine gönderilmiştir: “Havva Yemen’de bir kuyu başında idi. Havvâ Âdem’i nasıl arayacağını düşünüyordu, Âdem Serendib’ te bir dağ tepesinde idi, Âdem de Havvâ’ yı nerede bulacağını düşünüyordu. O zaman ikisi birden birbirlerini çağırmağa başladılar. Yıldızlara doğru iki feryat birbirini karşılıyordu:

 -Havvâ Havvâ…
 -Âdem Âdem… (s.39).

 Toprağın çocukları dünyaya indikten sonra hayvanlar onlardan kaçmaya başlamıştır. En vahşi hayvanlar bile başlarını sokacak bir yerler bulmaya çalışmışlardır. Meleklerin secde ettiği bu insanoğlu Allah’ın yarattıklarının en şereflisi olmuştur: “Allah insanı eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi) ve Ahsen-i takvim (yaratılmışların en güzeli, üstünü) olarak nitelendirmiştir. Bütün melekler ilk insan Hz. Âdem’in önünde saygıyla eğilmiştir.” (Aydın, 2018). Bu noktadan sonra insanoğlunun daima bir arayış içerisinde olduğunu ve bu arayışın derin manası üzerine ne için var olduğumuzu anlamak, belki de yaşam gayemizin temel sebebidir. Varoluş, bize bahşedilenler ile sınandığımız bir serüvendir belki de.