Lavinya Dergisi

ANILARA KİLİT VURMAK
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

Sokağın başına geldiğinde, eskiden beri içine çekmekten usanmadığı o leylak kokusunu duymuştu yine. Bahçenin kapısına varana kadar adımlarını yavaşlattı. Sokağın başından kapıya kadar giden yolu yıllarca yürüyebilirdi. İnsan kendini ait hissettiği yerde ölene dek yaşayabilirdi. Her bir adımında başka bir anısı canlanıyordu gözünde. İlk defa bu sokakta güvenmişti kendine. Dört tekerli bisikletinin desteklerini çıkardıkları zaman... İlk defa bu sokakta acımıştı canı. Dondurmacının peşinden koşup da yetişememişti, düşüvermişti dizlerinin üstüne. Dizlerinde hissettiği o ilk acıyla bile gücenmişti hayata. Keşke hissettikleri o ilk günkü acıyla kalsaydı diye düşünürken usulca bahçenin kapısını açtı. Zihninde dönüp duran düşünceleri kapının eşiğinde bırakıp içeri girdi. Evden özlediği çocukluğuyla biraz hasret giderip çıkacaktı. Öyle umuyordu. Fakat oturma odasına girer girmez kapının eşiğinde bıraktığı düşüncelerin ayak sesleri başlamıştı duyulmaya. Ne yana dönse hatıralar bir bir can buluyordu evin içinde. Soğuk kış gecelerinde sobanın yanına bir kedi gibi sindiği minderde uyuyakalırdı. Bazen de sırf babası kucaklayıp onu yatağına götürsün diye uyumuş numarası yapardı. Mutfağa doğru ilerledi. Mutfak demek anne demekti onun için. Her şeyin tadı tuzu demekti. Tıpkı annesinin gönlü gibi bereketli sofraların kurulduğu günler düştü aklına. Biraz daha ilerledikten sonra kardeşiyle birlikte o upuzun gecelerde konuştukları, şakalaştıkları, ağlaştıkları odaya girmişti. Odanın duvarlarında yaptıkları gölge oyunlarının izleri duruyordu sanki hala. Annesinin tüm saksılarını devirdikten sonra köşede duran dolaba saklanmıştı. Dolabın kapağını açtığında o ürkek çocuğun nemli bakışlarıyla karşılaştı. O bir çift hüzünlü bakışta sanki tüm çocukluğu saklıydı. Daha fazla kalamayıp dışarı çıktı. Evin her köşesinde bir anısı, onda anı bırakan herkesin silüeti canlanıyordu. Ne zaman buraya gelse kendinden bir parça daha bırakıp ayrılıyordu yuvasından. Her seferinde azala azala gidiyordu seçmek zorunda kaldığı hayatına. Dönüşü gelişi gibi hevesli olmuyordu. Yaşadığı her şeye daha da kırgın gidiyordu. Hiç dönmeyecek olanlar af dilesin istiyordu. Onların yerine sokağın kedisi, bahçenin kuyusu, evin penceresi bile af dilese yeterdi. Ama öyle olmuyordu. Her seferinde anılarına bir kilit daha vuruyordu. Bir daha hiç çevirmemek üzere çeviriyordu bahçe kapısının anahtarını. Boğazı düğüm düğüm, gözleri buğu buğu olmuş bir şekilde ayrılıyordu oradan. Kim bilir ne zaman düşecekti aklına bir daha çocukluğu. Belki yıllar sonra, belki akşam başını yastığa koyduğunda...