Lavinya Dergisi

AİDİYET
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

Ait olmadığımı hissettiğim zamanlarda yıldırım hızıyla içime düşen 'hadi kalk git buradan' duygusunu asla bastıramıyorum. En derin çocukluk anılarımda bile hep ellerimden tuttu asla bırakmadı.
Çocukken gittiğimiz akşam gezmelerinde her eve gitmek istemezdim. Çiçeklerini rahatça koparabileceğim, çekinmeden oralet isteyebileceğim, çayın yanına bisküvi koyan evlere gitmek isterdim hep. Annem hep böyle yapardı belki de o yüzden. Ne de olsa insan kendini görebildiği yerlere ait hissederdi kendini.
Büyüdükçe evlerden ziyade insanlara ait hissetmeye başladım. Gözlerinin içinde kendimi görebildiğim, gülümsediğinde aynı gülüşü, gülüşüne yerleştirebildiğim insanlara mesela. Bu insanların olmadığı yerlerden kaçmak istedim. Ne sohbet sardı beni, ne de içten olmayan samimiyetsiz zoraki gülümseyişler. Aynı ortamdayız mesela ama yörüngemiz farklı, gel gör ki yıldızlar asla birbirini almıyor. Sen sessizce çayını yudumlayıp ne zaman geçer ki zaman diye tahammül süreni artırmaya çalışırken, iç sesin bağırmaya başlıyor “hadi kalk gidelim.”
Yediğimiz yemekler de aidiyet bazen, içtiğimiz çay, hattına fal kapattığımız kahveler, yanında eksik yanımıza tam olan insanlar da ait olduğumuz yerlerde, ait olduğumuz insanlarla olmalı hep. Aksi takdirde köşede sessizce çay yudumlamalı, ait olmaya çalışmamalı.